Anlam itibariyle başlı başına incitici ve üzücü bir sözcük olan “köle”nin başka birinin malı olarak, bütünüyle herhangi bir eşya gibi alınıp satılabilen kişi olması ne acı!

Kölelik, eski çağlardan XIX. yüzyıla kadar süren uzun bir tarih boyunca çeşitli biçimlerde varlığını sürdüregelmiştir. 

Eski çağlarda yani insanların ancak kendi yaşamlarını idame edecek kadar üretebildikleri dönemlerde kölelik gibi bir kavram yoktu.
Üretimde kullanılan araçların geliştirilmesi ile insanlar tüketebileceklerinden daha fazlasını imal etmeye başladılar.
Bu “fazla üretimin” sonucunda da insanlar, savaş tutsaklarını öldürmek yerine kendileri için çalıştırmaya başladılar.
Tutsakların ürettikleri fazla ürüne el koydular, böylelikle köleler ve kölelik doğmuş oldu.

Sonrasında ise savaşta tutsak edilmek, bir suç nedeniyle cezalandırılmak, borcunu ödeyememek ya da köle ana babadan dünyaya gelmek gibi çeşitli biçimlerle kölelik sistemi devam etmiştir. .
Bir köle için kölelikten kurtulmanın tek yolu, efendisi tarafından özgürlüğünün geri verilmesi, yani azat edilmesinden geçiyordu.

Köle” ve/veya “kölelik” kavramı, askeri olarak zayıf Avrupalı ve Slav ırkından olan insanların “Vikingler” olarak bilinen Nordik ülkelerce köle edinilmesi ile var olmuştur.
Köleler” arasında İrlandalılar, Anglo Saksonlar ve Franklara rastlanır.
Roma İmparatorluğu’nda imparatorluk nüfusunun %25’i kölelerden oluşmaktaydı.
Eski Yunan’a ait kölelik tarihine bakıldığında, Aristo gibi bazı filozoflar da dâhil olmak üzere, kimi insanların doğuştan doğaları gereği köle olduklarına inanıldığı görülmüştür.
Köle sayısı çok artan Roma İmparatorluğunda, kölelerin bazıları madenlerde ve taş ocaklarında çalıştırılırken, bazıları da halkı eğlendirmek amacıyla yırtıcı hayvanlarla ya da birbirleriyle ölümüne dövüştürülürdü.
Bu dönemde, birçok köle içinde bulunduğu koşullara başkaldırarak ayaklanmıştır.
Bunların en önemlisi Spartaküs Ayaklanması olmuştur.
M.Ö. 73’te İtalya’da, Capua’da gladyatör olarak satılan Spartaküs, bazı kölelerle birlikte kaçarak Vezüv Dağı’na sığınmış, başka kaçak kölelerin de onlara katılmasıyla tüm İtalya’ya korku salan 100 bin kişilik bir ordu oluşmuştur.
İki yıl sonra Spartaküs bir çarpışmada öldürülünce, güçleri parçalanmış ve ayaklanma sona ermiştir.

Platon ve Sokrates döneminde kölelik genel kabul görülmüş ve çok az kişi bunu protesto etmiştir.
Roma’nın tarım arazilerinde ve ev işlerinde işgücü desteği Alman, Arap, Briton, Yahudi, Yunan kölelerce sağlanmıştır.

Hint Okyanusu adaları, Arabistan ve Batı Afrika arasında köle ticareti VIII. yüzyılda yaygın olmuştur.

İş gücü olarak kullanılan kölelerin yanı sıra eğlence için de köleler kullanılmış, gladyatörler ve cinsel köleler bunlar arasında yer almıştır.
Kaptanların maddî çıkarları gereği bu insan yükünün karaya sağlam çıkması çok önemli olmuştur.
Bu yüzden de köleleri zinde tutabilmek maksadıyla her gün onları düzenli olarak güverteye çıkarır ve sözde dans ettirmişlerdir.
Dans ettirme ise gemideki tayfaların kırbaçlarını kölelerin çıplak vücutlarına şaklatmaları ve onların can havliyle sağa sola kaçışmaları şeklinde olmuştur.

Ayrıca Afrika topluluklarının kendi içerisinde de başka çeşit bir kölelik bulunmaktaydı.
Tarihsel Afrika'daki kölelik birçok farklı şekilde uygulandı:

  • Borç köleliği,
  • Savaş esirlerinin köleliği,
  • Askeri kölelik,
  • Fuhuş köleliği, 
  • Ceza köleliği Afrika'nın çeşitli bölgelerinde uygulanmış olup Modern Afrika’da kölelik hala bazı bölgelerde uygulanmaktadır.

Köleliğin tarihçesi Sümerler’e kadar uzanmaktadır.
Okyanus aşırı taşımacılığın ilerlemesi ile kölelerin kıtalararası taşınması başlıca bir ticaret haline dönüşmüştür.
400’lü yıllardan başlayarak Roma İmparatorluğunun çöküşüne kadar süren kölelik, XI. ve XII. yüzyıllarda öncelikle başta yoğun görülen Kuzey Avrupa’da azalmaya başlamıştır.
1400 yılına gelindiğinde ise kölelerin İspanya, Güney Fransa ve Portekiz gibi Avrupa ülkelerinde zorunlu çalışan tarım işçileri olmasından öte, alınıp satılabilen formdaki varlığı dikkat çekmiştir.
Arap ve Avrupa formu kölelik ile Afrika kabilelerinin kendi içlerindeki kölelik sitemi bu noktada farklılıklar göstermiştir.

Avrupa’da İngiltere hâkimiyetindeki topraklarda ve bu topraklar dışındaki gelişmelerle köleliği anlamak için XIV. ve XV. yüzyıla bakılmalıdır.
1441, Avrupalı-Portekizli kaptanların Afrika’dan gemiler ile köleleri taşımaya başladığı tarihtir ve köle taşıyan gemilere, “Tumberio”, yani “ölü taşıyıcıları” adi takılmıştır.
Bu gemilerden biri ile denizi aşan bir İtalyan Fransiskeni söyle yazmıştır: “Erkekler güverte altına üst üste yığılmış, ayaklanıp gemideki tüm beyazları öldürürler korkusuyla da zincirlerle bağlanmışlardı. Kadınlar için, ikinci güverte arası ayrılmıştı. Hamile olanlar arka kamarada toplanmıştı. Çocuklar birinci güverte arasında, balık istifi gibi sıkıştırılmıştı. Uyumak istediklerinde, birbirlerinin üstüne düşüyorlardı. Doğal gereksinmelerini gidermek için sintineler vardı, ama çoğu yerini kaybetmek korkusuyla bulunduğu yerde rahatlıyordu. Özellikle erkekler acımasızca üst üste yığılmış oldukları için, bulundukları yerde koku ve sıcak dayanılmazdı. Yolculuk esnasında ölüm oranı, havasızlıktan boğulma ve salgın hastalıklar yüzünden çok yüksektir. Bu oran %50’ye ulaşabilir. Çoğu zaman salgınlarla baş edebilmek için hastalar öldürülür.’’

İlk büyük grup olarak Avrupa’ya köle şeklinde getirilen Afrikalı sayısı 235’tir. Papa V. Nicholas’ın itirazları bile köle ticaretinin İspanya’ya yayılmasını engelleyememiştir.
Ardından 400 köle Avrupa’ya şeker tarlalarında çalıştırılmak üzere getirilmiştir. 1490’larda Colombus, deniz yolu ile kıta aşarak Dominik bölgesine ulaşmış ve Hispanik yerlilerinin köle ticareti amaçlı taşınmasını başlatmıştır.
1600’lere gelindiğinde Brezilya topraklarına dair gelişmeler dikkat çekmiş, Shakespeare eserlerinde köleliği işlemiş ve Alman köle tüccarları da sahnedeki yerini almıştır.
1660’lı yıllarda İngiltere’de ilk olarak devlet destekli köle ticareti şirketi olan Royal Adventurers in Africa şirketi kurulmuş ve 1670’lerde Hristiyan yayınlarda kölelik karşıtı ilk söylemler görünür olmaya başlamıştır.
1688 yılında ilk olarak Pennsylvania’da itirazlar başladmış, 1696’da Amerika’da kurumsal olarak kölelerin aileleri ile görüşebilmesi ve yeni köle getirilmesinin yasaklanması konuşulmaya başlanmıştır.
1700’lü yıllarda Virginia’da köle sayısı 16.000 iken bu sayı 1770 yılında 187.000’e ulaşmıştır.
Köleler kaçmaya çalıştıklarında ise çok korkunç cezalara maruz kalmışlardır. Kaçanların yakalanıp kol ya da bacakları kesilip kızgın zift içine yatırıldığı ve daha sonra asıldıkları aktarılan bilgiler arasındadır.

Zaman içinde denizcilikte güçlenen İngiltere, köle ticaretinde lider konumuna gelmiştir.
Bristol ve Liverpool İngiltere’nin köle ticaret gemilerinin yola çıktığı belli başlı limanlarından olmuştur.
XVII. yüzyılda Liverpool’dan yola çıkan her dört gemiden biri köle ticaret gemisiydi.
Trans-Atlantik köle ticaretine karşı zaman içinde ahlaki, ekonomik ve politik muhalefet başlamış, köle ticareti ilk olarak Hawai Devrim’inde (1791-1804) resmen yasaklanmıştır.
Köle ticaretinde hayli aktif rol alan Danimarka, köle ticaretini kanuni olarak 1792 yılında ilk yasaklayan ülke olmuştur.
İngiltere ise köle ticaretini Hawai kararlarından üç sene sonra yasaklamıştır. 1808 yılında da Amerika İngiltere’yi takiben köle ticaretini kanunen yasaklamıştır.

Köleliğin ABD’de yasaklanmasını sağlayan yasa önce 8 Nisan1864’de ABD senatosundan, 31 Ocak 1865’te de Temsilciler Meclisinden geçmiştir.
ABD’nin 16. Başkanı Abraham Lincoln, köleliğe karşı çıkmıştır.
Köleliğin kaldırılması Güney eyaletlerde büyük tepkiyle karşılanmış, Kuzey ve Güney eyaletleri arasında mücadele baş göstermiştir.
Ardından patlak veren iç savaş ise olayın ne kadar ciddi boyutlara geldiğini kanıtlamıştır.
İç savaş, Kuzey’in zaferiyle sona ermiş ve 1865 yılında yasada yapılan düzenleme ile kölelik tamamen kaldırılmıştır.

Günümüzde ise çikolatadan, kozmetikte kullanılan pek çok bitki türüne kadar büyük zincirler, “sorumlu üretim” iddiasında olsalar dahi tedarik zincirlerinin şeffaflığı sorgulanmalıdır.
Kullandığınız ürünün hangi koşullarda oluştuğunu bilmek, çalışan hak ve özgürlüklerinin gözetilip gözetilmediğine dikkat etmek, kölelikle mücadelede oluşabilecek bilincin omurgasını teşkil etmektedir.

İşin doğrusu, kölelik ile ticaret arasındaki ilişki günümüzde farklı boyutlara taşınmıştır ve buradaki sorunun en büyüğü köle olunduğunun farkına varılmamasıdır.
Kölesi olunan şeyler insan kitlelerini esir almaktadır. 
Sahip olunduğu zannedilen o “şeyler” hatta hırslar uğruna daha fazlasına sahip olmak adına gönüllü köle olarak yaşayanlar azımsanmayacak ölçüdedir.

Bir kişinin sömürü amacıyla bedeni üzerindeki ve çalışıp çalışmama kararı hakkındaki özgürlüğünün elinden almasıkölelik olarak tanımlanmaktadır. Tehdit, şiddet, baskı, gücün istismarı ve aldatma yollarıyla kişilerin özgürlükleri ellerinden alınıyorsa bu modern köleliktir.
Türkiye'de ise bugün kölelik koşullarında yaşayan 480 bin insan varsa öncelikle bu sorun sorgulanmalı ve çözüm yolu bulunmalıdır.

Aşkım TAN
2.12.2022-Ankara
askimtan@yahoo.com