Garcia Marquez’in ünlü “Kırmızı Pazartesi” romanı gibi. Romanda hani herkes cinayet işleneceğini bilir, kimse bir şey yapmaz. Onun gibi... Meloni’nin zaferi İtalya için “kırmızı” değil de bir “kara pazartesi” oldu. Çünkü zafer kimseye sürpriz olmadı. Kamuoyu yoklamaları Giorgia Meloni’nin beklenen zaferini aylardır alayı valayla ilan etmekteydi.

45 yaşındaki çiçeği burnunda kadın başbakan adayı Meloni, 2012’de bizzat kendisinin kurduğu “Fratelli d’Italia/İtalya’nın Kardeşleri” ile sandıkta tarihi zafer sağladı. Oyların yüzde 26’sıyla “Çizme”nin bir numaralı partisine dönüşen “Kardeşler”in başında, şimdi cumhurbaşkanından hükümeti kurma görevini teslim alması bekleniyor. Meloni’nin görevi alması halinde, tek başına değil; her biri yüzde 8’er oy alan Matteo Salvini’nin “Lega/Birlik” Partisi ile 86 yaşındaki Silvio Berlsconi’nin “Forza Italia” Partisi’nden oluşan bir sağ ittifak başında-toplam yüzde 44’lük bir çoğunlukla- ülkeyi yönetmesi gerekiyor.    

TARİHİ VE SİYASİ ZAFER

Bu durumda Meloni, İtalya’nın “ilk kadın başbakanı” olacak. Aşırı sağcı liderin, Mussolini’nin iktidara geldiği 1922 yılının 100. yıldönümünde başbakanlığa çıkması da radikal dönemece çok tarihi bir önem katıyor. 

Meloni tabii “faşist” suçlamalarını reddediyor ve kendisinin bu etiketle anılmasını kabul etmiyor. Ne ki geçmişinde Duçe hayranlığı ile bilinen kadın lider, vaktiyle İtalya’da dağa taşa yazılı olan Mussolini’nin “Tanrı, vatan, aile/Dio, patria, famiglia” sloganıyla siyaset yapıyor. Sırf bu da değil, partisinin logosunda Mussolini destekçilerinin II. Dünya Savaşı sonrasında kurdukları “İtalyan Sosyal Hareketi”nden devraldığı bir “alev” simgesini taşıyor. “Madem faşist değilsin, faşist simgeyle ne işin var? Şu simgeyi değiştir!” çağrılarına kayıtsız kalmakta mahzur görmüyor.

Meloni’nin zaferinin siyasi sonuçları da çok. Bunların başta geleni, Avrupa’nın tüm aşırı sağ grupları için stratejik bir dönemeç olması. Sonuçlar ilan edilir edilmez ilk kutlamalar Avrupa’nın önde gelen faşist liderleri ve partilerinden geldi. Fransa’nın ırkçı “Reconquete” Partisi lideri Eric Zemmour hemen, “Meloni bize iktidara ulaşmanın mümkün olduğunu gösterdi” dedi. Le Pen’ciler; “Avrupa halkları nihayet başlarını kaldırıyor ve kendi yazgılarını ellerine alıyorlar!” diyerek tezahürat yaptılar. Macaristan’dan Orban alkış korosuna katılmaktan kaçınmadı. Kuzeyde sandıkta taze zafer sağlayan İsveç aşırı sağcılarından, güneyde İspanya’nın Neo-frankocu “Vox” partisine dek Avrupa’nın en uçtaki tüm sağ oluşumları bayram ediyor ve zaferi, varsaydıkları bir duvarın yıkılışı olarak kutluyorlar. 

SOLUN HEZİMETİ

Sürpriz olmamasına rağmen Meloni zaferinin önlenememesinin baş nedeni solun dağınıklığı, bölünmüşlüğü, sahipsizliği ve çaresizliği. Meloni’nin bir numaralı rakibi olan ve Meloni’nin partisi dahil tüm partilerin “şahıs partisi” olduğu bir ortamda “tek gerçek siyasi parti” sayılan “Partito Democratico/Demokrat Parti(DP)”nin lideri Enrico Letta, Meloni gibi dişli, cazgır, becerikli bir lider değil. Hatta lider değil. Uygar, bir uluslararası ilişkiler proföserü. DP iç bölünmeler ve liderlik kavgaları yanında derin bir kimlik sorunu da yaşayan bir parti. 

“Hükümet partisi” olmakla, “sol parti” olmak arasındaki gelgitleri nedeniyle seçmeni ikna edemiyor. Seçmenlerinin bir bölümü partiyi “merkez olmamakla”, diğer bölümü “sol olmamakla” suçluyor. “Ne İsa’ya ne Musa’ya” yaranabilen parti, göz göre göre gelen badireye karşı bu nedenle sandıkta oyların ancak yüzde 19’unu alabildi ve hezimet yaşadı. Diğer ufak siyasi oluşumlarla birlikte merkez sol ittifakın toplam oyları sonuçta yüzde 26’yı geçmiyor. 

BELİRSİZLİK DÖNEMİ

Şimdi büyük olasılıkla Letta liderliği bırakacak ve parti sil baştan fetret devrine girecek. Solda - merkez sol ittifak dışında kalan - bir dizi başka şahıs partileri ve yüzde 15 civarında oy alan Beş Yıldız Hareketi var. Hepsinin oyu bir araya getirildiğinde sağ bloka karşı matematiksel olarak yüzde 50’lik bir çoğunluk mümkün. Ama bu işbirliğini kotaracak bir ortak vizyon ve lider ortada yok. Meloni dönemeci ile İtalya ve Avrupa bir belirsizlik dönemine giriyor. İlk kez AB kurucusu bir ülkenin başına aşırı sağcı bir lider geliyor. Bu, henüz Brexit şokunu atlatamamış Avrupa için de yepyeni bir bunalımın eşiği. Ünlü yazar Roberto Saviano’nun sözleriyle zira “İtalya nereye savrulsa Avrupa’nın gerisi hep arkadan izliyor.”