Ülkemiz, üniversite hukuk hocalarının hazırladığı 1961 Anayasası’nın getirdiği görece özgürlük ortamında büyük bir değişim yaşamış, gerek çalışan sınıfların örgütlü mücadelesinde, gerek siyasal yapılaşmalarda farklı bir dönemece girmişti… Özellikle üniversiteler, özerklik, özgürlük ve bilimsel çalışmalardaki artış bakımından altın çağını yaşıyordu. O oralar Paris’te olan Attila İlhan, Türkiye’ye geldiğinde o siyasi ortamı görünce şaşırıp kalacaktır (yayına hazırlanan Aynanın İçi Aynanın Dışına Karşı kitabımdan)…

Emperyalist odaklarla yerli işbirlikçilerinin pek işine gelmeyen bu ortam, devlet içindeki gizli örgütlenmeler, “kontrgerilla” denen ve doğrudan CİA gibi istihbarat örgütlerince yönlendirilen silahlı güçler kullanılarak, memleket bir sağ-sol çatışması görünümde kardeş kavgasına sürüklenerek yok edildi. Maraş, Sivas, Çorum, 1 Mayıs kanlı katliamları ile, ABDli başkanın “Our Boys” dediği satılık generallerin gerçekleştirdiği12 Eylül 1980 faşist darbesi sonucu ülkemiz koca bir hapishaneye, işkencehaneye dönüştü.  

Bugün, kültürü, imececi, dayanışmacı gelenekleri tepetaklak olmuş, büyük şehirleri milyonlarca sığınmacıyla dolmuş, kırsal alanda geçim kaynakları yok edilmiş, büyük şehirlerde kamu fabrikaları, üreten kaynakları satılıp dağıtılmış bir toplumda yaşıyoruz. O on bin yıllık geçmişi olan ve kendi başına bir yaşamı sürdürebilen köylü zümresi neredeyse ortadan kaldırılarak şehir çevrelerine akın ettirildi… Yine emperyalist gizli servislerin örgütlediği (FETÖ olayında apaçık ortaya çıktı), çocuk ve kadın istismarcısı, din istismarcısı cemaat-tarikat ağlarının kol gezdiği bugünkü şehir çevresi ortamı planlı bir şekilde gerçekleştirildi… Bu günlere gelinirken oynanan oyunlar arasında12 Eylül öncesi birçok öğretim üyesi kendilerini “milliyetçi” sanan bazı beyinsiz tetikçiler tarafından katledilmesi de vardı. Aralarında Prof. Dr. Bedrettin Cömert, Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu, Prof. Dr. Ümit Doğanay, Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil, Doç. Dr. Necdet Bulut gibi hocaların bulunduğu bu adların ortak özelliği, emperyalizmin politik arenada koçbaşı olarak kullandığı, din istismarcılığı ile politik arenada yer alan, “karşı devrimci” diye adlandırdıkları “prekapitalist” zümreydi… Onlar, Gazi Mustafa Kemal’in başlattığı Demokratik Devrim’in sürdürülmesini istiyorlar “Gelişmiş ve kalkınmış” bir toplum için çaba gösteriyorlardı. Üniversitelerde genç kuşaklara bu düşünceleri doğrultusunda dersler veriyorlar, kitaplar yayınlıyorlardı. Arka arkaya, evlerinin önünde, otobüs duraklarında, otomobillerinin içinde çapraz ateşlere tutularak acımasızca öldürüldüler.

7 Aralık 1979 günü katledilmiş çalışkan ve üretken toplum bilimci, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi “Sosyoloji” Bölüm Başkanı Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’in bir kitabının adı da “Azgelişmenin Sosyolojisi”dir. Yaklaşık bir aydır onun üzerinde çalışıyorum ve çalışma bitince, o da “academia edu”da diğer bildirilerimin yanında yerini alacak. İlginç bulgulara ulaştım ve günümüz için önemli saptamalar yapmaya olanak buldum.

Cavit Orhan hoca, “Gelişmiş olmanın sonu yoktur” der. Bugünkü koşullarda gelişmiş ülkelerin hangileri olduğunu üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Özellikle Suriye, Afganistan, Irak gibi, emperyalist güçler ve onlara ortaklık eden azgelişmiş ülke yönetimlerinin desteğiyle coğrafyaları altüst edilmiş ülkelerden kaçanların ne pahasına olursa olsun ulaşmak istedikleri ülkeler bu gelişmiş ülkelerdir. Gelişmemiş ülkelerde gelişmemiş bölgeler de bulunur. Türkiye, gelişmişlikle azgelişmişlik arasında bocalarken son 20 yıldır ivme kazanmış Orta Çağcı bir anlayışın etkisiyle Orta Doğu ülkelerinin yazgısı gibi olmuş azgelişmişliğe doğru büyük adımlar attı… Altı yaşındaki bir kız çocuğunun kendinden otuz yaş büyük bir adama “karı” olarak verilmesi azgelişmişliğin göstergesidir. Küçücük şakalar nedeniyle sanatçılar tutuklanırken, bu çocuğu veren ve alan adamların uzunca bir süre ellerini kollarını sallayarak gezmeleri, haberi yapan gazetecinin ve yayınlayan televizyonun kapatılması için linç kampanyaları düzenlenmeye kalkışılması, cemaatler adına bu durumun açıkça savunulması da azgelişmişlik işaretleridir. 16 milyonluk koca İstanbul’un, 800.000 oy farkla seçilmiş belediye başkanının başkasına ait bir sözcüğü kullanmış olması nedeniyle iki yıl yedi ay hapis cezasına çarptırılmış olması da bir azgelişmişlik örneğidir. Gelişmiş ülke yargılarında böyle gülünç kararlara asla yer olmaz.

Aynı zamanda, oluşmuş toplumsal baskı ve gösterilen büyük tepki nedeniyle, kız çocuğunun istismarına yol açmış baba ve “koca”nın tutuklanmış olması, gelişmeye doğru atılmış bir adımdır. İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu’na destek için bir araya gelmiş farklı görüşlerde siyasi partilerin varlığı ve o soğuk havada, yağmur altında Saraçhane meydanını dolduran o büyük ve coşkulu, öfkeli kalabalık da bir gelişmişlik göstergesidir.

Türkiye nerede yer alacak? Bir zamanlar, kurucusu Gâzi Mustafa Kemal tarafından mazlum ülkelere örnek bir mücadele vermiş, o büyük kahramanın Kurtuluş Savaşı’na başlarken de ölümünden önceki dönemlere de uzanmış birçok söylevinde yer alan, mazlum halkların savaşı kazanacağına ve emperyalizmin yeryüzünden yok olacağına ilişkin inancı, onun toprağa girmesiyle birlikte yok mu olacaktır?

Türkiye bir düğüm ülkesi durumuna gelmiştir… Azgelişmişliğin kaynaklarından biri de gelişmiş ülkelerin kendi dışlarındaki coğrafyalarda uyguladıkları ekonomik ve politik baskılarıdır. Emperyalizmin kana ve ateşe boğduğu bir coğrafyada “istibdat” yerine “hürriyet” kazandığında, gelişmişliğin ve demokrasinin ana özelliklerinden olan “güçler ayrılığı”, gerçek “parlamenter sistem”, din istismarcılığına karşı “laiklik”, “kamusal, özerk ve özgür eğitim”, “kadın hakları”, “halkaların barış içinde bir araya yaşaması” ilkeleri yaşama geçtiğinde, bölgemiz tarihinde ve geleceğinde büyük değişimler de yaşanacaktır. Bunu sağlayacak olan da ne İngiliz sermayesidir, ne Alman danışmanlardır…

Kendi öz kaynaklarımız üzerinden yürüteceğimiz İkinci Kuvayımilliye seferberliği ile ancak aydınlık güzel günler görebileceğiz, üzerimize düşürülmüş azgelişmişlik karanlığını yırtıp atabileceğiz

Gününüz aydın olsun değerli dostlar…