Bir suçun sonrasında ortaya çıkan acı ve korku, adalet tarafından dindirilmezse toplumlar belleklerini harekete geçirir. Suçun işleniş biçimini, suçluları ve elbette yitirdiği üyesini belleğinde yaşatır. Artık zaman öncesindeki gibi ilerlemez.

Antropolog Heertz’in de ifade ettiği gibi sağlıklı bir toplum kendisine ait bir bireyin sonsuza değin kaybolmasına asla izin vermez ve son sözü böylelikle yaşam söyler. Uğur Mumcu’yu anan insanlar da her 24 Ocak’ta ve kim bilir belki de en sıradan günlerin, en sıradan anlarında tekrar ve tekrar Uğur Mumcu’yu hatırlar, hatırlatır. Onun yok oluşuna izin vermez.

Öte yandan gerçekte yaşamış kişiyle toplumsal hafızada yaşatılan kişi zamanla farklılaşır. Bellek tarihe sadık kalmaz.

VASAT TOPLUM BİREYİ VASATLAŞTIRIR

Öyleyse toplumlar nasıl veya daha doğru bir ifadeyle neyi anımsar? 

Bu sorunun cevaplanmasında deneysel psikolojinin öncüsü, Prof. Frederic Charles Bartlett’in gerçekleştirdiği bir toplumsal deney bize yardımcı olabilir. Bartlett, yaptığı çalışmada topluluğa, bildiğimiz kulaktan kulağa oyununu oynatmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre ilk kişiye verilen cümle, zincirin sonuna gelindiğinde iki yönden değişime uğramaktadır. Birincisi, cümle basitleşmekte ve daha anlaşılabilir hale gelmektedir. İkincisiyse, oyuna katılan kişilerin benimsediği değerler yönünden daha kabul edilebilir bir anlam kazanmaktadır.

Gerçekte çoğu zaman toplumların da benzer bir anımsama şekli vardır. Toplumsal bellekte yer alan öyküler, aslında sahip oldukları çok katmanlı, çok yönlü özelliklerini yitirir ve toplumun genel değerlerine daha uygun ve basit bir yapıya ulaşırlar. Sonuçta tarihsel kişiliklerin kim olduklarından çok  hangi topluluk tarafından anlatıldıkları belirleyicidir. Vasat bir toplum, belleğinde yaşattığı her bireyi vasatlaştıracaktır.

Toplumsal bellek diğer bir yönüyle de politiktir ve çoğu durumda güncel bir amaca dönük olarak geçmişte yaşanmış bir olayın kullanılmasından ibarettir. Tarihte yaşanmış olaylar ve yaşamış insanlar yığınının içinden bir olay ya da kişi özenle seçilir ve gündeme getirilir. Tıpkı Osmanlı’ya ilişkin günümüzde ortaya çıkmış pek çok anlatı gibi.

Ne var ki Uğur Mumcu’ya ilişkin inşa edilmiş olan toplumsal bellek yukarıdaki ifadelerle uyuşmaz. Çünkü günümüzde bellekte yaşatılan Uğur Mumcu, bize tarihin kaydettiği ve anlattığı Uğur Mumcu’dan farklı değildir. Aynı biçimde unutulmuş bir kişinin bir politik ajanda içinde gündeme getirilmesinden de söz edilemez. Uğur Mumcu, nasıl ki katlinden önce toplumsal gündemin ve yer yer toplumsal değerlerin biçimlenmesinde rol oynuyorsa bu durum yaşamı sona erdikten sonra da devam etmiştir.

POLİTİK İSTİSMAR

Peki bu nasıl sağlanmıştır?

Şüphesiz bir yazar, gazeteci ve toplum önderi olarak yaşamış Uğur Mumcu ile şu anda toplumun belleğinde yer etmiş Mumcu’nun bu denli “benzer” oluşunun önemli nedenlerinden biri, onun yaşamdayken dile getirdiği düşüncelerin değişik siyasi gruplarca kullanılmaya uygun olmayacak şekilde tutarlı, net ve kayıt altında oluşudur. Bu durum onun hatırasını bir tür “politik istismardan” korumaktadır. Ama belki bunun kadar önemli bir başka etken, onun nasıl anılacağına ilişkin görev alan başat grubun tutumudur.

Canetti “Kitle ve İktidar” isimli kitabında “kitle kristallerinden” söz eder. Herhangi bir toplulukta, topluluğa genel yönelimini veren, bir tür liderlik eden bir kadro olabilir. Topluluğun sıradan üyeleri nezdinde bu kadronun düşünceleri ve o düşüncelere olan bağlılıkları bilinir, onlara derin bir saygı duyulur.

KUTSAL EMANET GİBİ

Uğur Mumcu örneğinde bu “kristaller”, hiç kuşkusuz başta Mumcu’nun ailesidir. Ayrıca çoğu, Cumhuriyet gazetesi ve Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (UMAG) etrafında yer alan Türkiye’nin tanınmış gazeteci ve yazarları ile bazı meslek örgütleri, kimi dernekler gibi bir kısım köklü kurumlar bu kapsamda düşünülebilir. “Kristaller” ve içinde yer aldıkları ortak akıl, Mumcu’nun anısının adeta bir kutsal emanet gibi korunabilmesini sağlamıştır. Uğur Mumcu’nun bellekte çarpıtılması önlenmiştir. 

Bartlett’in örneğine dönersek kulaktan kulağa oyununda ilk kişinin kulağına söylenen sözcükler son kişiye doğru şekilde ulaşmıştır. Çünkü hiçbir cümle fısıldanmamış tam tersine bağıra bağıra söylenmiştir.

GERÇEĞE SADIK KALMAK

Öte yandan toplumsal bellek, nesnel bir tarih yazınından farklı olarak odağına sembolleri, algıları alır. Kuşkusuz aynı durum Mumcu’ya ilişkin gelişmiş toplumsal hafızada da söz konusudur. Nitekim insanların pek çoğunun bilincinde Uğur Mumcu’nun Rıza Ezer tarafından çekilen siyah beyaz fotoğrafı, patlama sonrası enkaza dönen aracının fotoğrafı veya “Uğurlar Olsun” şarkısı Uğur Mumcu’nun çok önemli kimi eserlerine oranla daha güçlü şekilde yer alır. Ancak Uğur Mumcu’nun kim olduğuna, gazeteciliği nasıl yaptığına, yaşama nasıl bir pencereden baktığına, nasıl ve neden öldüğüne ilişkin sorulara verilecek yanıtlar, toplumsal belleğin ve tarihin penceresinde benzer karşılıklar bulacaktır.

Heertz’in ifadelerini hatırlayacak olursak, son sözü yine yaşam söylemiştir. Ancak bu seferki sözlerinde gerçeğe bağlı kalmıştır.

YARIN: MUMCU, TOPLUMA GÜÇ VERİYOR