Ülkemiz Türkiye’de tarımı ve hayvancılığı söz yerinde ise yok eden AKP hükümetleri ve bu politika uygulayıcıları, partilerine kaynak yaratmak, destek verilmesini sağlamak için, parti hükümetinin tayin ettiği yakınlarına tarım ürünlerini ve kesimlik hayvanları yıllarca  ithal ettirdiler. 

 

Şimdi  bu ürünlerdeki artan aşırı fiyat artışlarını önleyemediklerinden, yarattıkları enflasyon canavarına kendileri de teslim  olduklarından, kapıldıkları seçim kaybetme telaşından, d.d. korkusundan, temel gıda maddemiz olan ekmeğin üretildiği buğdayın ithalat / gümrük vergisini, uzatmalı AKP hükümeti sıfırlamış olmakla, halkımıza büyük iyilik yapmış gibi, şirin görünmek istiyorlar. 

 

Gel de inan!  Yok öyle yağma!

 

Gel de  ve güven AKP’nin bu sunni ve göz boyama tarım politikasına. 

 

Cumhuriyetimiz kurulduğunda, Osmanlı’dan kalan fes, bira, deri - kundura  gibi bir kaç fabrika dışında evlerde dokunan halıların tezgahlarından başka bir sanayii üretimi yok idi.

 

ATATÜRK ve arkadaşlarının kurduğu  Cumhuriyetimiz’de, köylümüzün karasaban ile işlediği susuz tarım toprağında, sanayimiz için sermaye ve de artı değer yaratmıştır.

 

Genç Cumhuriyetimizi yöneten ve ülke halkının geleceğini düşünen adil ve idealist yönetim kadrosu, ülkemizdeki sanayinin bel kemiğini oluşturan demir çelik ve tekstil gibi fabrikaları, kuzey komşumuz Sovyetler Birliği’ne tarım ürünleri, genellikle narenciye ürünleri, karşılığında kurdurup, faaliyete geçirdiler. 

 

O yollarda karasaban ile ürettiğimiz buğday bizi beslediği gibi, dışarıya ihraç dahi ediyorduk.

 

Peki ya şimdi? 

 

Çocukluk yıllarımda tarım konusunda dinleyip, halen anılarımda kalan, unutamadıklarım da var.

 

Sabah kalktığımızda, annem ile babamın mutfakta sabah çorbası öncesi çaylarını içerken, hangi tarlaya ne ekileceğini konuştuklarına dinlerdik.

 

“Dağ tarlaya,  köse buğdayı, kök ve çiçekli tarlaya kızıl ve kılçıklı buğday, evimizin bitişinde olan tarlanın hangi tarafına susam, nohut, burçak ve bakla edileceğini” konuşup, kararlaştırdıklarına tanık olurduk.

 

75 haneli köyümüzde 10-12 aile koyun ve keçi süreleri beslerdi. 

 

Bunun dışında yaklaşık her hanede 3-5 sığır, süt veren, sağılır inek ve keçiler, her beş aileden birinin evinin önünde, bahçesinde 2-3 arı kovanı vardı. 

 

İçme suyumuzu bile kısmen bakraç ve kovalarla  kuyulardan çekerdik. 

 

Sığırların, keçilerin ve hatta buzağı ile eşeklerin bile köy çobanları vardı. 

 

Evlerimizde, okulda okumasını öğrendiğimiz saatimiz yoktu. 

 

Evlerimizde masa ve sandalyelerimiz de yoktu. 

 

Ev ödevlerimizi, akşamları gaz lambası ışığında, ya yemek sofrasında, ya da bavulun minyatürü dört köşeli küçük tahta okul çantalarımızı ters çevirerek,  dizlerimizin üzerinde yapardık.

 

Yerli Malı Haftası derslerimizde, bal, patates (kumpir), fasulye, mısır, bakla, nohut gibi yerli tarım ürünlerini okula götürür, fasulye ve nohut ile dershane tabanına adlarımızı yazardık. Bir arkadaşımız, babasının çarıklarını da getirmişti.

 

Evimizde var olan kulaklı çalar saati annem ezan saatlerine göre ayarlardı. Biz bozup alafrangaya değiştirsek bile, annem akşam saatini hep saat 6’ya (18) göre düzeltirdi. 

 

Kız kardeşlerim, bazen annem bezen birbirleri tarafından, çift tarafı İle de taranan ve bir tarafı oldukça dişleri sık olan kemik tarakla saçları taranırken, “saçımı yoluyorsun” bağırışları ile okula hazırlanırlardı. 

 

Köyümüzde Kale denen taşlık alanda toplanan keçileri köy çoban götürmüş ise, hemen çantamızı kaptığımız gibi, kış aylarında peşimizde 3-4 m uzunluğunda bir odunu çekip, sürükleyerek, kara önlük ve beyaz yakalı okul üniformalarımızla okula koşar, Köy Enstitüsü çıkması öğretmenimiz 5 sınıfın bir arada okuduğu dershaneye girdiğinde “Andımızı” okur ve derse başlardık. 

 

Soframıza gelen gıda ürünlerinin  çoğunu köy halkımız kendileri üretir, şeker zeytin yağı/sıvı yağ, kahve, pirinç ve çay dışındaki ürünler satın alınmazdı. 

 

Süt, yoğurt, buz dolapları olmadığından biraz fazlaca tuzluca peynir, yumurta ve de tereyağının tadını köyümüzün yoksul sayılan ailelerin çocukları bile, bizim kuşak, iyi tanır ve tadını bilirdi.

 

Geceleri anne - babamız tarafından 

 uyandırılıp gece sütü, sabah uyandığımızda da, yumurtanın sarısı, belli yaşa gelinceye kadar içirilirdi. 

 

Şimdi ülke tarımının içinde bulunduğu durumdan dolayı, köy ve de kent-kasaba  çocuklarımız yukarıda saydığımız, bugün çok lüks sayılabilecek gıda maddelerinden ne derece faydalanabiliyorlar? 

 

Ülkemizi  halen yöneten hakim zihniyet, önümüzdeki zamanında veya öne çekilecek seçimde sandığa giren oylarla, sandıktan çıkan oylar, aynı sayıda olmayıp, eski usül, CHP’nin önde olduğu seçim bölgelerinde, açılmamış oy çuvalları tv ekranlarında da gösterildiği gibi, seçimi tekrar kazandıklarında, toprak ana’da bile uyguladıkları harülharp politikalarının devamında, biz halktan sayılan tüketiciler, dünyanın kaç köşe olduğunu, daha da yükselecek enflasyonun altında nasıl ezileceğimizi, yaşayıp göreceğiz. 

 

Bu önümüzde duran TBMM - milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları; öldüklerinde ülkemizde yas ilan edilen petrol  zengini Araplar’a  satılmamış ve henüz elde kalmış ülke topraklarımızın ve de biz Türk milletinin geleceğinin kaderini tayin edecektir. 

 

İnşallah ve umarım aklımız başımıza gelir ve sağ duyu kazanır. Çünkü başka Türkiye yok! 

 

Sevgi ve selâmlarımla 

 

Remzi Uysal 

Lübeck 15.01.2023