Nakşibendî tarikatının kökleri Orta Asya’da. Kurucusu da Bahaeddin Nakşibend adlı bir Buharalı şeyh. Onun ve halifelerinin Türkistan çapında örgütlediği Nakşîlik, Timur İmparatorluğu devrinde devlet, toplum, siyaset ve ticaret içinde etkili olmuş, baştan itibaren katı Sünni Şeriatçısı olmasıyla diğer tarikatlardan ayrılan ve baştan itibaren gericiliğe, siyasallaşmaya eğilimli bir ekoldü.

Timur Devleti yıkılıp Timurlular, Babür ile beraber Hindistan’a egemen olunca tarikat da onları takiben buraya taşındı. Ama burada daha da köklü bir değişim geçirdi ve İmam Rabbani adı verilen Hintli şeyh aracılığıyla siyasal İslam’ın nüvesini oluşturan bir örgüte dönüştü. Elbette İngilizlerle ilk ilişkilerini burada kurdu ve Türk Babür İmparatorluğu’na karşı onlarla ittifak kurdu.

İmam Rabbani’ye yenileyici anlamında “Müceddid”, onun “Yeni” Nakşîliğine de “Müceddidiye” denir. Türkiye’deki Nakşî kollarının tümünün kökünde, bu İngiliz imalatı Şeriatçı tarikat vardır. Ama konumuz olan İsmailağa da dâhil olmak üzere yine hepsinin bugünkü hallerine ulaşmasından önce geçecekleri bir de Kürt Nakşîliği durağı da var.

Şeyh Halid isimli Kürt şeyhi, 1800’lerin başında Hindistan’a gidip Rabbani’nin halifelerinden icazet aldı. Sonra memleketi olan bugünkü Irak’ın kuzeyine dönüp burada kendi adıyla anılacak Kürt Nakşîliğini örgütledi. Artık doğrudan bir Kürt İslamcı örgüte dönüşen Nakşîlik, bundan sonra Halidîlik adını aldı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Ruslarla ve İngilizlerle işbirliği halinde ilerledi.

Fakat Halid’in örgütü sadece Kürtler arasında çalışmakla da sınırlı kalmadı. Nakşî Kürt şeyhi Halid, halifelerini İstanbul’a da gönderdi ve doğrudan devletin merkezinde etkili olmak için çalışmalara başladı. II. Mahmut, 1826’da Yeniçeri Kırımıyla Türk Ordusunu tasfiye ederken onun en yakın destekçisi, artık Osmanlı yargısı ve bürokrasisi içinde çok etkili olan Halidîlerdi.

Bu ittifakın ödülünü de Yeniçerilerle birlikte tasfiye edilen Bektaşilerin dergâhlarına ve mülklerine el koyarak aldırlar. Artık Kürt Nakşîliği, Osmanlı-Türk toplumunun en etkili tarikatı olmuştu.

İşte İsmailağa Cemaati olarak bilinen bu tarikat da Kürt Nakşîliğinin İstanbul’daki önemli kollarından biri olarak bu ortamda doğdu. Şeyh Halid’in Kürt Nakşîliği örgütünün halifelerinden Erzincanlı Şeyh Abdullah el-Ferdi’nin halifesi Mustafa İsmet (ö: 1872), Fatih Çarşamba’da İsmailağa Dergâhı’nı ölümünden kısa süre önce kurmuştu. Ama İsmailağa’nın bir tarikat olarak varlığı 1850’lere kadar götürülebilir.

İsmailağa tarikatı, etkisini Abdülmecit döneminde, padişahın, Şeyh Mustafa İsmet’i oğluna hoca yapmasına da borçluydu. Böylece Türkiye’nin en katı Şeriatçı tarikatı, II. Mahmut ve Abdülmecit gibi en Batıcı padişahların kanatları altında büyüdü.

Erdoğan da içinde olmak üzere birçok sağcı siyasetçinin yakından ilişkili olduğu İskenderpaşa Cemaati ile son günlerde BİM kavgası üzerinden gündeme gelen ve kurucusu Esad Erbili’nin Kubilay’ın katliyle Menemen İsyanı’nı azmettirmekten yargılanmasıyla tanınan Erenköy Cemaati ile birlikte İsmailağa, İstanbul merkezli Kürt Nakşîliğinin başlıca üç kolundan biri.

İsmailağa ya da diğer adıyla Çarşamba Cemaati, Cumhuriyet’in tarikatları kapatmasının ardından diğerleriyle beraber yeraltına çekildi. Sağcılık 1950’ler itibariyle yükseldikçe de saklandıkları karanlık köşelerden çıkmaya başladılar. Bu döneme gelene kadar Halidi-Nakşîliğin diğer kolları, başta Şeyh Sait Ayaklanması olmak üzere birçok Şeriatçı – Kürtçü ayaklanmayı örgütlemiş, hem İngilizlerle, hem Ruslarla doğuda işbirliği yapmıştı. Kurtuluş Savaşı sırasında Konya Ayaklanması’na katılmış, Kürt-Teali Cemiyeti’ni kurmuş, Ermeni-Kürt ittifak örgütü Taşnak-Hoybun’a katılmış, Menemen’in faili olmuşlardı. İsmailağa ise tüm bu olan biteni İstanbul Fatih’ten desteklemişti. 1950’lerden günümüze kadar da sağcı ve Şeriatçı partilerin destekçisi olarak varlığını sürdürüyor…

İsmailağa Cemaati, diğer Nakşî kollarından bile daha katı Şeriatçı olmasıyla da bilinir. Erkeklerde sarık, cüppe, şalvar, sakal zorunluluğu vardır. Toplumda “tarikatçı” tipi olarak bilinen tip işte bu “İsmailağacı’dır”.

Kadınlar ise çarşafa mahkûmdur. Ama aslında kadınların bu cemaat içindeki köleliğinin sadece ev hapsi ve çarşaftan ibaret olmadığı da eskiden beri biliniyor. İsmailağa’nın geçtiğimiz haziran ayında ölen şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun, kadınlar hakkında söyledikleri, kız çocuklarının okula gönderilmesine kökten karşı çıkması, daha yakın zamanlarda gündem olmuştu. Oysa onun ölümünün ardından başsağlığı mesajı yarışına çıkanlar arasında bugünkü rezil olayı kınayan (!) iktidar ve “muhalefet” mensubu birçok siyasetçi de vardı. Gelgelelim İsmailağa’nın bu gerici kadın düşmanı fikirleri ile bugün ortaya çıkan mide bulandırıcı çocuk istismarı olayı doğrudan bağlantılıdır…

Kürtçü, Şeriatçı, kadın düşmanı İsmailağa Cemaati’ni yakından tanıyalım      

Şeyh Mahmut Ustaosmanoğlu’nun ölümünden önce, yerini dünürü Hasan Kılıç’a vasiyet ettiği açıklanmıştı. Fakat tarikat içinde eskiden beri bir güç ve iktidar savaşı olduğu da biliniyor. Diğer taraftan diğer Nakşî kolları kadar çok mensubu olmasa da üzerinde en çok egemenlik ve etki savaşı verilen grup yine İsmailağa. Türkiye’de 1800’lerden beri iktidarla ilgili her düğümün odağında Çarşamba var…

Cemaatin en çok ön plana çıkan figürü Cüppeli Ahmet’in iktidarla, Rusçularla, Aydınlık-Perinçek Cemaati’yle yakın ilişkileri hakkında daha önce de yazmıştım.

Yani iktidarından muhalefetine siyasetçilerin, yaşanan iğrençliği İsmailağa’yı bir şekilde aklayarak kınamasına (!) şaşırmamalıyız. Bu Kürtçü, Şeriatçı, gerici ve kadın düşmanı yapının kökleri çok derinlerde…

İsmailağa gibi karanlık odaklarla mücadele etmek istiyorsak ilk yapmamız gereken bunları tanımak. Ve maalesef Atatürkçü, laik, Cumhuriyetçi kesim bu açıdan epey zayıf. Unutmayalım: neyle mücadele ettiğimizi tam olarak anlamadan sadece gölgelerle savaşmış oluruz.

 

Banu AVAR

 

--