Dün, atı alanın bir kez daha geçeceğe benzediği Üsküdar'da ele aldığımız ve İran'ın istihbarat örgütü Savak'ı sorduğumuz İranlı genç garson kendisiyle yaptığım sohbeti o kısa sürede toparlayıp, yorum yapmam karşısında şaşırırken muhalefetin iki binin üzerinde madde ile kamuoyuna deklare ettiği ve seçim vaatleri denilebilecek iddia ve taahhütleri çoktan tartışılmaya başlamıştı bile.
Kürt kelimesinin yanında Alevi satırının geçmediği o iki bin maddelik deklerasyona girmeden önce oturduğum ve balkonundan adalar izlenen Kartal sahilindeki evimin  penceresinden her sabah baktığım,  Bursa'da yaşayan kuzenim Cavit Yılmaz'ı kaybetmenin kara haberiyle sabahın karanlığında  çıktığım yolda kısa adı İDO olan İstanbul Deniz Otobüslerinin  arabalı vapuruna biniyordum.



Paralı geçişlerin baş rölünde olan Osman Gazi Köprüsünü izliyerek, Atatürk'ün yanı sıra rahmetli babamın da son yıllarını denizkenarında geçirdiği Yalova'ya doğru yol alırken dünkü yazıma konu olan  boy, pos ve tip olarak Üsküdar'da ki İranlı Garsona çok benzeyen İDO görevlisine yaklaşarak, "Biz biletleri gidiş, dönüş alsaydık daha mı uygun olurdu acaba?" sorusuna aldığım cevap karşısında şok oluşumu yani kendi istihbarat örgütünün adını bilmeyen İranlı genç garsonu anımsıyordum hemde acı acı gülümseyerek.
Zira üstü başı bir hayli şık, resmi elbiseli İDO görevlisi "Ben vapurdan sorumluyum ama vapurun tümünden değil, kat görevlisi olarak bulunduğumuz kattan sorumluyum.." diyordu.
Yani karşıma o çok güvenilen ve adına Z kuşağı denilen ama içi boş gençler gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesinin çalışanı da İranlı gibi ülkesine, bölgesine, çalıştığı kurumuna karşı duyarsızdı görevli olduğu vapurun işleyişini, işletmeciliğini çok da bilmeden 'Ben sadece buradan, bu kattan sorumluyum..' dediği kat manzarasıyla adeta su alan vapurun keyfini çıkarıyordu. Kısacası su alan ve batmaya yüz tutan titanik gemisi misali ülke insanımızın profili ve ülkemin bulunduğu Ortadoğu, Asya ve Kafkasya coğrafyasında yaşayan toplumların fertlerinden hiç bir farklı profilo yoktu hem Üsküdar'daki İran'lı hem de göz yaşlarıyla Bursa'ya doğru giderken deniz ortasında karşılaştığım İDO görevlisine de esef ederken..


Bu arada kuzenimi kaybetmemin üzüntüsünü yaşadığım bir zamanlar başkent olan bugün hala kentsel dönüşümü yapılamayan yeşil denen ama betonlaşan Bursa'dayken beni arayıp, acımı paylaşan tüm dost ve arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirken 'Amca oğlu gibi ben de, biz de ölmüşüzde haberimiz yokmuş..' diyerek bir kez daha dolan gözlerimle kendimi yeniden evde, bilgisayarın başında buluveriyordum..